Pages

23 Temmuz 2011 Cumartesi

Schumann Rezonansı - 2012'de Yaşanacaklar

Schumann Rezonansı ilk olarak Alman fizikçi W. O. Schumann tarafindan 1952 ile 1957 arasında tahmin edildi ve ilk kez 1954'te Schumann ve Konig tarafından keşfedildi. Bu fenomenin ilk spektral sunuluşu 1960'ta Balser ve Wagner tarafından hazırlandı. Son 20 yıldakı araştırmaların çoğu, denizaltılar ile Çok Düşük frekans iletişimini araştıran Donanma Departmanı tarafından yönetildi.



Dünya’nın temel frekansı veya “kalp atışı”, (Schumann Rezonansı veya SR olarak adlandırılıyor), sürekli artıyor. Bu değer coğrafik bölgelere göre değişmesine rağmen, asırlardır saniyede 7.8 devir olarak ölçülmüştü. Bir zamanlar bunun sabit olduğu düşünülüyordu; küresel askeri iletişimler bu frekans üzerinde geliştirilmişti. Son raporlar bu değerin 12 devir/saniye‘nin üzerine çıktığını ve yükselmeye devam ettiğini gösteriyor. Bilim, bunun neden gerçekleştiğini veya kaynağını bilmiyor ancak Schumann Rezonansını sıcaklık değişimlerinin ve dünya çapındaki hava koşullarının hassas bir göstergesi olarak sunuyor. Bazı araştırmacılar Schumann Rezonansın dalgalanmasının son yıllardaki hava durumu, seller, fırtınalarda bir faktör olabileceğine inanıyor.


Dünya’nın “atış” hızı artarken, manyetik alanındaki güç zayıflıyor. New Mexico Üniversitesi'ndeki Profesör Bannerjee’ye göre, manyetik alan son 4000 yıldaki yoğunluğunun yarısını kaybetti. Ve manyetik kutup tersliğinin (manyetik kutupların ters olmasının) bir delili, manyetik alan güçlülüğüdür. Bu gücün sürekli azalıyor olması ise bir noktadan sonra manyetik alanların ters döneceği anlamına gelir. Hatta Profesör Bannerjee'e göre bir diğer manyetik tersliğe geldik bile.

Hepmiz "sıfır noktasına" yaklaştıkça zamanın hızlandığı başka bir deyişle kısaldığını gördük. Günler artık 24 saat değil 16 saat veya daha kısa yaşanıyor. Yani "günler ne çabuk geçiyor", "eskiden 1 ay geçmek bilmezdi" tarzı sözlerimizin neden psikolojik değil, fiziksel bir gerçekliğin sonucu.

Schumann rezonansının (ya da Dünyanın “kalp atışının”) binlerce yıldır 7.8 olduğunu, ancak 1980'den beri yükseldiğini bilmek konuyu daha da çarpıcı hale getiriyor. Çünkü önceki yazımızda anlattığımız hadislerde zamanın kısalmasının bildirilmesi "ahir zamanda" yaşanacaktı. Ahir zaman ise hicri 1400 yılında başlıyor. Hicri 1400 yılı ise, Miladi olarak tam 1980 yılına denk gelmektedir. Başka hadislerde de ahir zamanın ikinci devresinde yani Hz.Mehdi'nin tanınır hale gelmesiyle zaman kısalması durumunun tersine döneceği bildirilmektedir. Hadislerde Zamanın Kısalması yazımız için tıklayın

Şu an rezonanans yaklaşık 12 devirdir. 13 devirde ise bu artış duracaktır. Bundan sonra devirler geriye doğru işleyecektir. 13. devir ise 2012 tarihine denk gelmektedir. 2012 yılında zaman tekrar 16 saatten 24 saate dönecektir.

Ayrıca manyetik alanın değişmesi ile birçok olan dışı olaya şahit olabiliriz. Bazı teknolojilerin artık çalışamaması ve 4. boyuta geçeceğimiz söyleniyor.

Bilindiği gibi Maya takviminde de 2012 yılı yaşadığımız devrin sonu, yeni bir devrin başı olarak gösteriliyor.

Son olarak kendi yorumuzu katarak bitirelim. 2012 yılında dünyanın normalleşme anlamında bir dönüm noktası yaşayacağı anlaşılıyor. Zaman normal şekilde akma sürecine girecek, zihinsel olark bir devrim yaşanacak ve insanlar olumlu yönde çok büyük bir fikirsel değişim yaşayacaklar.

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Atomu Anlama Serüveni -4

Louis de Broglie 1923 yılında ortaya çok parlak bir fikir atarak bir önceki yazımızda değindiğimiz çatışmayı çözmeye çalıştı. Fotonlar söz konusu olduğunda dalgalar parçacık gibi davranıyorsa, bunun tersi de olamaz mıydı?

Bu fikirden hareketle kütlesi olan her parçacığa bir dalga eşleştirmesini önerdi: dalga boyu = Planck sabiti / parçacığın momentumu.

Ancak bu fikir dolayısıyla Broglie birçok fizikçi tarafından alaya dahi alındı. Einstein ve Planck gibi isimlerse böyle düşünmüyorlardı. Gelecek yıllar ise Broglie'yi haklı çıkaracaktı.


Broglie'nin tezinde dalgaların tekil değil, dalga grubu şeklinde olduğunu söylüyordu ve bu dalganın hareketi, parçacığın hareketine bağlıydı. Örneğin, su üzerinde oluşan farklı dalgaların bazılarının doruk noktaları başka dalgaların oluşturduğu boşlukları doldurur ve dalgalar birbirlerini yok ederler. Ancak bir yerde bu doruk noktaları birbirine eklenir ve büyük bir şişkinlik oluşmaktadır. İşte Broglie'nin hesaplarına göre bu şişkinlik parçacık ile aynı hızda hareket etmektedir.


1927 yılında Broglie'nin tezi deneysel olarak ispatlanır.
Hemde tamamen rastlantı olarak. Clinton Davisson ve Lester Germer adlı iki genç araştırmacı, bir nikel kristali yüzeyinden yansıyan elektronların kırınma lekeleri oluşturduğunu gördüler. Bu elektronların dalga olarak hareket ettiğini gösteriyordu!


Elektronların kırınmasının keşfi ile, elektron mikroskopu da icat edilmiştir.

Ancak ortada bir sorun vardı. Eğer Broglie'nin söylediği gibi her parçacık, her kütle bir dalgayla eşleşmekteyse, klasik fizikçiler bunu nasıl fark edemediler? Daha da garibi, nasıl oluyorda fizikçiler, kimyacılar, astronomlar görünürde doğru yasalar keşfedebilmişlerdir?

Yanıt basitti: makroskobik cisimlerle eşleşen dalga boyu son derece küçüktür. Çünkü "h/p" yani "Planck sabiti / parçacığın momentumu" daki h çok küçük, p ise aşırı büyüktür. Bu sebeple, klasik fizikçilerin büyük ölçeklerdeki hareketlerle alakalı incelemeleri neredeyse mükemmel sonuçlar verir. Supra-iletkenler ve süper akışkanlar ise istisna durumlardır, burada klasik fiziğin hesapları tutmaz.


İşte Broglie'nin zamanına göre çok ileri bir fikir olarak ortaya attığı bu fikir Erwin Shrödinger veWerner Heisenberg tarafından geliştirlerek, atomu gerçek anlamıyla keşfetmemizi sağladı. İşte modern atom:


Önceki yazılarımızı okumak için tıklayın:

Atomu Anlama Serüveni -1-

Atomu Anlama Serüveni -2-

Atomu Anlama Serüveni -3-

1 Temmuz 2011 Cuma

Atomu Anlama Serüveni -3

Bu yazımızda 2. yazımızda kısaca geçtiğimiz bazı modellerin ortaya çıkışlarını daha detaylı inceleyeceğiz. Bir kez daha kuantum'un nasılda önlenemez şekilde tüm fiziği ele geçirdiğine şahit olacağız.

1897 yılında John Thomson bir atomdan, negatif yüklü parçacıkların ayrıştırılabileceğini deneysel olarak gösterdi. Thomson atomu içi pozitif madde ile dolu, üzeri ve içi küçük negatif çekirdeklerle kaplı bir küre olarak düşünmüştü. Çekirdek dediği şeyler elektronlardı aslında.

Thomson'dan sonra artık kesin olarak, atom maddenin en küçük yapı taşı değildi.

Rutherford 1910 yılına doğru Manchester Üniversitesi'ndeki laboratuarında atomu araştırmak için altın bir levhaya alfa partikülleri (yani helyum atomu çekirdekleri) yansıtmayı düşünmüştür. Thomson modeline göre bu ağır alfa partikülleri bir toz bulutunun içinden geçer gibi rahatça ve belirgin bi sapmaya maruz kalmadan atomdan geçecekti. ( Aşağıda tekrar koyduğumuz Thomson atom modeli çizimine bakınca bu daha kolay anlaşılacaktır)


Sonuçlarsa beklenen gibi olmadı
. Bazı partiküller çok güçlü sapmalar gösterirken, bazıları tamamen geri yansımıştı. Bu ölçekteki sapmalar ancak büyük hacimli başka elementlerle açıklanabilecek nitelikteydi. Bunun üzerine Rutherfor, güneş sistemiyle kıyaslanabilicek bir model önerdi: Kütle ve pozitif yük merkezi bir çekirdeğin ( güneşe benzeri ) ve bunun etrafında da negatif yüklü elektronlar dönmektedir ( gezegenler gibi ).


Ancak bu modelin bir zorluğu vardır. Çekirdeğin etrafında dönen elekrtonlar ışınım yayar ve enerji kaybeder. Bu da gittikçe çekirdeğe yaklaşmasına neden olur. Bu da bir süre sonra çekirdeğe çarpması ile sonuçlanacaktır. Ancak böyle bir olay yaşanmamaktadır. Bu konudaki detaylı anlatımımız için tıklayın: "Atom Aslında Böyle Değil"


İşte bu anormal durum karşısında oldukça kafası karışan Niels Bohr bu gezegensel sunumu tekrar gözden geçirmeye başlar. Elektronun yörüngesinin sürekli olarak değişmeyeceğini varsaymak durumunda kalmıştır. Bohr'a göre elektronlar yer değiştirir ancak bu değiştirmeler hep belirli ölçülerde olur. Bu ölçülerde Planck sabitinin de işin içinde olduğu bazı kuralların olduğunu söyler. Daha bilindik bir anlatım yapmak gerekirse: belli yörüngeler vardır, bu yörüngeler arasında elektronlar geçişler yapabilir. Bu geçişler elektronun enerji alıp vermesiyle alakalıdır.


Herhangi bir deneye veya bulguya dayanmaksızın tamamen zihinsel olarak ortaya atılan kurgu, başlangıçta deneysel olarakta destaklenir gibi görünmüştür. Yıllar içinde de bu model tüm zihinlere "atom" olarak işlenmiştir.


Ancak ortada bir gariplik vardır. Bohr atom modeli ile düşünüldüğünde elektronlar yörüngelerinde varsayılırken Newton yasalarına uyum gösterirler. Fakat bir yörüngeden diğerine atladıklarında ( kuantum sıçramaları) Planck-Einstein yasalarına uyum gösteriyorlardı.


Bu uzlaşmazlık nasıl çözülebilirdi?

İşte tam bu anda Louis de Broglie ortaya çıktı. Brgolie nin çözümünü bir sonraki yazımızda inceleyeceğiz.


Önceki yazılarımızı okumak için tıklayın:

Atomu Anlama Serüveni -1-

Atomu Anlama Serüveni -2-